Şiire dair birkaç düşünce…
Herkese merhabalar efendim. Bugünkü yazımız şiire dair birkaç bakış açısından müteşekkil ortaya çıkmıştır. Aslında yazımızı daha önceden klavyeye almıştım ama paylaşım yapmak bu zamana nasipmiş. Vaktimin kısıtlı olması nedeniyle çok özen gösteremedim. Zaman içerisinde inşallah düzenlemeler yapmak nasip olur. Şimdiden müstefid olmanız dileğiyle, iyi okumalar.
Sözlerime başlamadan önce çok önemli bir ön kabulü belirtmem gerekiyor: Hazreti Allah (c.c.) Alimdir. Zerreden kürreye kadar ilmi her şeyi kuşatmıştır. Bakidir, kendisine ait sıfatlarda fanilik, değişime muhtaçlık ve zorunluluk yoktur. Biz kullar ise bu ve diğer nice sıfatlarında Cenabı Hak ne kadar büyükse, biz de ona nisbetle o kadar küçüğüz. O her yeri görürken, biz karşımızdaki dağdan ötesini göremeyiz. O her sesi işitirken, biz yan odamızdaki fısıltıları bile duymayız. Dolayısıyla herhangi bir fikri hususta da biz kulların yaptığı her yorum aciz ve nakıs kalmaya mahkumdur. Velev ki bir doğruluk payı olsa bile, o doğruluğunun bir vakte ve mekâna esir olduğunu itiraf ve ilan etmek isterim.
İlk olarak şiirle ilgili şunu söyleyebilirim: Şiir, akıl ile kalbin izdivacından hasıl olan bir çocuktur. Her ne kadar kendi nevi şahsına münhasır bir varlık olsa da, anne ve babasından izler taşır ve anne ya da babasından birisi olmazsa vücut bulamaz; varlığından söz edemeyiz. (İlahi murad neticesindeki “Hz. İsa’ları” inkar etmemekle birlikte.) Kişi, ne kadar ilim sahibi veya zeki olursa olsun, annesiz yani kalpsiz yazdığına şiir denmez. Anca kelime oyunu, şarkı, tekerleme denir. Ya da bu durumun tam tersini Fuzuli Efendi şöyle izah eder: “İlimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir.” Tabii burada ilimden murad nedir, onu “alime” sormak lazım ama zannımca edebiyat, belagat ilmi gibi duruyor.
Şiirin tanımına dair bir zaviye aktarımından sonra, şiir yazmaya ve şairliğe dair birkaç bakış açısı paylaşmak gerekirse, şiir yazmak bence Cenabı Hakk’ın kişiye hissi ve dolayısıyla hissesi nispetince eşya üzerindeki perdeyi kaldırmasıdır. Bu durumda kişi için taş artık taş değildir. Herkesin görmeye alıştığı elbisesini çıkartır ve talibine özel bir elbise giyer taş. Yani ne kadar çabalarsak çabalayalım, ne kadar hissedersek o kadar hissemiz ve nasibimiz olur. Peki, bu perdeyi Cenabı Hak neye göre kaldırır? El cevap: Allahu alem tabii ki 🙂 ama cüzi ve nakıs aklımla benim gördüğüm önemli bir etmen şiddetli arzu, istek, yani kısaca aşktır. Bu da kalple olur. Ve bu hâl de sabit değildir. Halin muhafazası için ise, suyun sıcak tutulması amacıyla ateşten ayrılmaması gerektiği gibi kişinin de sürekli kalbini aşk ateşinde tutması gerekir. (Akıllara gelen bir nebevi dua: “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Benim kalbimi Sen’in dinin üzere sabit kıl!” [Tirmizî, Kader, 7])
Buradan mülhem, kanımca şair de kendisine şiir yazdıran hali muhafaza edebilen kimseye denir. O yüzden şiir yazmak; zor olmakla birlikte, bu yolculuğun başı ve en kolay safhasıdır. Yani bu şairlik serüveninde gerekli bir adımdır, ama yeterli bir adım değildir.
Cenabı Haktan niyazımız o dur ki, bize hakkı hatırlatan, yol gösteren şairlerimize rahmet eyleyip asrımızda da onlardan yenilerini halk eylesin.
Hayırlı, bereketli günler dilerim.
Yorum gönder